‘’Neler oldu bu kırkdört günlük savaş sırasında…. İnanır mısınız, anlatırsam hepsini kanınız donar… Ne hikayeler var yarım kalmış, ne canlar toprağa serilirken gülümseyen, tebessümünden dudakları çatlamış… Hani, ölüm bu kadar mı güzel yakışırdı bu insana?! Vallahi, onlara yakışıyordu. Şehadet mertebesine ulaşırken neler hissettiklerini görmek için neler vermezdim?! Sadece ben mi?! Hayır, asla! Tüm orda bulunan asker arkadaşlarım! Ama, işte, nasip! Bizim kısmetimizde de gazilik varmış… Ama peygambere komşu olmak varken…”
Bunu o mu anlatıyordu?! Daha düne kadar çocuk sandığım halamın oğlu… Çocuk işte der geçerdim başka bir zaman olsa… Ne zaman büyümüştü bu küçücük sandığımız çocuklar?! Ne zaman büyümüşlerdi, üstüne üstlük bir de savaşa da katılmışlardı. Vatan adına, Allah adına, millet adına, devlet adına! Gerçekten de kahramandı Asıf’ın nesli! Unutmaları için, değerlerini terketmeleri için envai çeşit milletin binbir takla attığı bir gençlikten bahsediyorum. O gençlik ki, medyasından sosyal yaşamına kadar heryerde eleştiri odağımız oluyordu: en başta onları o duruma düşürenler, peşinden de onlar…. ”Karabağ sorununu ha?! Bunlar mı, ha?! Ya dalga mı geçiyorsunuz?! bu yırtık dar pantolonlu gençlik mi kurtaracak Karabağ’ı?! – der eleştirirdik hep. Ama yanılmışız, Asif, gerçekten de yanılmışız. Sen ve akranların kurtardı Karabağ’ı. Hem de ecdada yakışacak anlı, şanlı destanlar yazarak!…
Asif demin dedim ya, halamın oğlu… Annem telefonda ”Asif ta Karabağ’a gitti” dedğinde önce bir duraksadım. Beynimde o kadar bilgi vardı ki, biran kendi kendime Asif mi?! O da kim?!” – dediğimi hatırlıyorum. Ama gerçekten de o an beynim Asif’i düşünecek durumda değildi. 27 Eylül sabahı başlayan savaş dolayısıyla o kadar çok bilgi birikmişti ki, beynimizde, affet, Asif, birara seni unutmuştum işte. Dalgınlığıma gelmişti. Ama biraz da seni hala o küçücük çocuk olarak hayal ediyordum ya, belki de ondandır. Annem anımsatınca evet dedim. Annem gururla hem de gönüllü katıldı savaşa deyince, işte dedim, tamam! Demek ki, yıllar geçse bile kan değişmiyormuş, Damarında taşıdığı asil kan asla bozulmuyormuş. Zamanı geldiğinde kendini gösteriyormuş…
4 Ekim’de keşif birlikleri olarak ilk operasyonlarını Fuzuli’de gerçekleştirmişler. Savaşın sert, ama kendisinin de söylediği gibi mübarek yüzünü ilk kez orda görmüş. Can yoldaşlarıyla yaşamaya, yaşatmaya, şehadete adım adım yürümüşler. Yürüdükçe ”kısmet” demiş! Sağ çıkarız, ya da sağ çıkmayız! Ama Vatan sevgisi ya, işte o kadar! İçindeki tüm engelleri aşarsın, yaşam vesvesesini üzerinden çıkarıp ölüme doğru, şehadete doğru bir çırpıda koşarsın! Aynen öyle olmuş! Sızma hareketleri sırasında kaç can kardeşi yüzü semaya meleklere tebessüm dağıtarak şehit olmuş! Onların da alınacak öcü eklenmiş öçlerin üzerine! Asıfların kalbindeki intikam duygularını bilemiş her şehadete ulaşan dava arkadaşları, savaş yoldaşları! Pusuya yattıklarında, ya da ablukada olduklarında ar etmişler gelecek hakkındas konuşmağa. Yanıbaşlarında şehit olan arkadqaşları vardı. İyisi mi, Asıf anlatsın biz dinleyelim:
”6 Ekim’de yaralandım, fakat askeri hastaneye götürmelerine izn vermedim. Arkadaşlarım hemen yaralarımı sarıdılar ve tekrar sızma hareketleri… Her yüksekliği, her düşmanın işgal ettiği mıntıkayı aldığımızda, yaralarımın biraz daha iyileştiğini görüyordum. Umrumda değildi yaralarım, benim mi sadece?! Hepimizin! Komutanımız vardı albay Hacıyev yanıbaşımızda Fuzuli’de Anne anıtı denen yerde savaşta yaralandı. O, yaralanmıştı ama hala savaşıyordu. Ben yaralanmışımi ne farkeder?! Daha sonra Cebrai!’de sızma hareketlerine katıldık. Sızma hareketi diyorum ama bu daha çok fetih hareketiydi. Ermeniler zaten bizi gördüklerinde kaçıyorlardı. Hatta komutanları da demiş: Yaşma’yı gördüğünüzde hemen kaçın! – diye. ”
Düşman gönüllü olarak savaşa katılmış kaşif birliklerine bile kendi aralarında Yaşma diyordu. Yüzlerindeki korku görülmeğe değerdi. Yaralandığımızda bile yardım istemeden savaş alanını terk etmememiz, savaşmağı sürdürmemiz garip geliyordu. Onlar bırakıp kaçıyorlardı hemen, kendi toprakları değildi de o yüzden. Ben orda orda da hep söylüyordum: ben savaşmak için gelmemiştim, ben şehit olmak için gelmiştim Karabağ’a. Üç kez yaralandım, ama nasip değilmiş işte.Gazilik nasibimizmiş, öyle bir aşk var ki, içimizde… Bugün bile çağırsalar, onca yarama ragmen, ağrıyan vucuduma ragmen, yine giderim. Yine en ön safta olurum.”
Kahraman asker gazi Asif Memmedov zafer haberini asker arkadaşlarının ısrarları üzerine gönderildiği askeri hastanede alıyor. Hem de zaferden birkaç gün sonra. Gururla, başıdik, şehitlerimizi, dava ve silah asrkadaşlarını rahmetle anarak. Şuan evde. Taburcu olmuş hastaneden. Ama sürekli doktor kobntrolünde. ”Sağolsunlar yetkililer – diyor – sürekli yardımcı oluyorlar. Sürekli gelip halimizi hatrımızı soruyorlar: Özellikle milletvekilimiz Sadık Kurbanov sağolsun, devetimizin adından birkaç kez gelip şehit ve gazi ailelerimizi ziyaret etti. Bu saygı ve dikkat bile bizim yaralarımızın iyileşmesine yardımcı oluyor. Ayrıca, savaş sırasında verdiği manevi destekten dolayı Türkiyemizin Cumhurbaşkanı sayın Rercep Tayyip Erdoğan’a tüm Azerbaycan halkı adından, kendi adımdan ve savaş arkadaşlarım adından teşekkür ediyorum. Bu savaş Türk’ün gücünü, kardeşliğimizi tüm dünyaya göstermiş oldu…”
İşte, gençlik! İşte Karabağ’ı kurtaran Azerbaycan askerinin imanı! Sana acil şifalar diliyoruz, Asif! Yaşa ki, devlet ve millet yaşasın! Yarınlarımıza umutla bakabilelim!
Oktay Hacımusalı
Ankarabaku.com